30 Haziran 2012 Cumartesi

Çocukluğu Hatırlatan İki Tat



   Etrafa bakınca bazen insan çocukluğunu hatırlatan ne çok şeyle karşılaşıyor."Hey gidi günler"  dedirten, zamanda yolculuk yaptıran neler var neler.Hüzünlenmiyor değil insan öyle zamanlarda.
Bende de bu hissi uyandıran bir çok lezzetten ikisi karşınızda.Bol köpüklü türk kahvesi ve şemşiye çikolata:))

   Türk kahvesiyle tanışmam çok küçük yaşlara dayanır.Okula başlayana kadar anneanne ve dedenin yanında olmanın avantajı diyebilirim.Çünkü dedem sabah, öğle, akşam her öğünün ardından aksatmadan içerdi kahvesini.Ben sabah kalkıp gözlerimi ovuşturarak oturma odasına geldiğimde dedem traşını olmuş,  kahvaltısını yapmış, kahvesini almış,  yanına da sigarasını yakmış,  pencere önüne geçmiş olurdu.En büyük keyiflerinden biriydi pencere önünde kahve ve sigara içmek.Anneannem dedem masadan kalkmadan hemen koyardı cezveyi ocaktaki en küçük göze. Kısık ateşte köpük köpük olurdu.

  Eğer anneannem yoksa ya da bir işi varsa hiç aksamazdı kahve keyfi.Kendi geçerdi ocağın başına.Ben de bacak kadar boyumla gelirdim hemen yanına.Eline bakardım.Özenle koyardı kahvesini, şekerini, suyunu.Sonrada  keyifle içerdi.
 
 İşte kendimi bilmeye başladığım günlerden beri hayatımda olan bir keyif.Dedemin bayılmasına rağmen ben küçükken pek sevmezdim ne yalan söyleyeyim.Tadını güzel bulmuyordum sanırım.O zamanlar nerden bilebilirdim kahvaltı sonrasında keyifle içeceğimi, kahve kavanozlarının dibini göreceğimi, evimden hiç eksik etmeyeceğimi.Sanırım dedem küçükken bana aşılamış farkında olmadan kahvenin nasıl bir tat, nasıl bir keyif olduğunu.

  Kahvenin yanında da çikolata hiç fena olmaz.Hele bir de şemsiye şeklindeyse.Çikolata küçükken hiç yasaklar arasında olmadı benim için.Aksine beni sevindirmek isteyen annem, teyzem ve dedem şemsiye şeklinde çikolatayla gelirdi.Zevkle açardım.Önce kurdelası çözülür sonra jelatin ve renkli ambalajı açılır.Eee geriye de tadını çıkararak yemek kalır.

  Bu küçük şemsiyeler mahalle bakkallarında olmazdı.Pastanelerde satılırdı.Bazen annemler alışverişe beni de götürürlerdi.Mutlaka pastaneye uğrardık ve alırdık.Hala gözümün önünde rengarenk ambalajlarıyla tezgah üzerinde iplere asılı duran şemsiye çikolatalar.
  

25 Haziran 2012 Pazartesi

Çengelköy'de Bir Çınaraltı


   Üsküdar'a bağlı şirin bir yerleşim Çengelköy.Boğazın en güzel manzaralarına sahip yerlenden biri ayrıca.Neredeyse denize sıfır.Dolmuşa binip o kadar binanın arasından geçtikten,betonları aştıktan sonra böyle bir yere varacağını tahmin edemiyor insan.Küçük küçük dükkanlardan oluşan mahalle gibi.Aslından bir çok kişinin bildiği bir yer.Süper Baba dizisini takip edenlere tanıdık gelecek.Hele öyle bir yer var ki, dizide önemli konuşmaların,sohbetlerin,kavgaların geçtiği yer,Fiko'nun her gün uğradığı mekan Nihat'ın kahvesi.
  Evet bilenler vardır Çınaraltı'nı.Yaşının 800 olduğu tahmin edilen tarihi, çok şeyler görmüş geçirmiş bir çınarın altı.İstanbul'u seyre dalmak için seçilebilecek eşsiz mekan.
  Ne balıkçılar ağlar örmüş altında, kimler kimler çay keyfi yapmış, kaç kişi martı sesleri ve vapur düdükleri eşliğinde denize bakarak düşüncelere dalmış.Mekana ilk girildiğinde bir hayal kırıklığı yaşanmıyor değil.Çünkü çok kalabalık ve yer bulmada sıkıntılar yaşanıyor.İçerisi boş oluyor.Ama asıl önemli olan bu sıcakta deniz kenarında bir masada oturmak.Biraz bakındıktan sonra illa ki birileri kalkar ve o masa kapılır.Daha sonra radarlar açılır ve boşalan masalar takip edilir.
   4-5 masa değiştirdikten sonra deniz kenarındaki masaya ulaşılır.Artık geriye kalan manzaranın ve çayın keyfini çıkarmaktır.


 
  İşletmenin bir güzel yanı yiyecek adına istediğini getir ama içecek yasak.Öyle de olması gerekir zaten.İster çıtır çıtır simit al, ister sıcacık Çengelköy böreklerinden al,olmadı evde varsa anneanne su böreği ve zeytinyağlı yaprak sarması kapıp gel.İstediğin kadar otur.Kimse kalk git demez.Zaten deniz kıyısında ki masa kapılınca akşama kadar oturuluyor.Güneşi bile batırıyorsun.

  Ulaşımının kolay olması ayrı bir güzelliği.Eminönün'den vapura binilerek, diğer yerlerden de Beykoz istikametinde gidilerek ulaşılabilecek bir yer.
 
  
    Sadece kedilerden korkanlar sıkıntı yaşayabilir burada.Orayı sahiplenen, gelip manzarayı seyreden, masaların altında dolaşan güzel kediler var.Ama herşeye rağmen gidicek görülecek bir yer.Bir çay içeyim diye gidersin kaç demlik içtiğini sayamazsın:)



 
  Kedileriyle, yerdeki döşemenin gıcırtılarıyla, simit kırıntılarını kapışan kuşlarıyla, manzaraya bakarken fon müziği yapan martılarıyla çok doğal, şirin, görülmesi gereken, huzur veren bir sığınak.

21 Haziran 2012 Perşembe

Antre Dekorasyonu



   Antre dekorasyonu genellikle pek dikkate alınmaz.Alanı dar bölümler olduğu için sanırım ya da kullanılmayan alanlar olarak görüldüğü için.Ama gerçekten bu kısımları çok hoş dekore edenler de yok değil.Evin diğer kısımlarında görsellik ne kadar önemliyse antrelerde de önemli olmalıdır.Çünkü eve adım atılan, kapı açıldığında kapı aralığından görülen ilk kısımdır.Ayrıca evin diğer kısımları hakkında da bilgi verebilir.

     Duvar renginden kullanılan aksesuarlara kadar özenle seçilmelidir.Geniş bir alansa neler neler kullanılabilir.Vestiyer, sandalye, şemsiyelik, küçük bir puf...
     Eğer alan darsa yapacak birşey yok.Listeyi biraz kısaltmak gerek.Mesela vestiyer yerine şık bir askılık kullanılabilir. Ayaklı ya da duvar tipi olması da kişinin tercihine artık.Kullanışlı ayakkabılıklar son zamanlarda çok fazla göze çarpar oldu.Kapı arkalarına bile rahatlıkla sığabilecek boyda ve derinlikte,ayakkabıların görünmeyeceği şekilde tasarlanmış.Zaten kimse istemez ayakkabılar öyle ortada görünsün.

     Bir diğer sevdiğim ve vazgeçilmez bulduğum ayrıntı ise aynalar.Tüm alanları geniş gösterebilecek
güzel aksesuarlardır.Yer sıkıntısı varsa ki genellikle olur.Antrelerde tek başına da kullanılabilir.Geniş bir dresuar ya da ayakkabılık üzerine de olabilir.

    Aslında düşünüldüğünde çok uğraşmaya da gerek yok. Evin diğer bölümlerinin yanında çok fazla zaman ve para kaybettirmiyor bile.




   Kim istemez böyle geniş bir alandan eve dalış yapmayı.Ferah, sade ve pırıl pırıl.Bitkiler de  renk katmış.Duvar kağıdı da ayrı bir hoşluk ve  hareket kalmış alana.


  Yine beyaz yine bayıldım.Zemindeki ahşap döşeme beyazla şahane görünüyor.Boğucu değil. Abartıdan uzak.


                           Boş duvarların çerçevelerle hareketlendirilmesi güzel fikir.Çerçeveleri
                          her yerde severim.Vazgeçilmez bir aksesuar.


                            İşte almayı düşündüğüm kullanışlı ayakkabılıklardan.Duvara sıfır
                           olmasına dikkat çekmek isterim.İyi düşünülmüş.






Fotoğraflar..

12 Haziran 2012 Salı

Birsen Tezer-Cihan'da Bir Ses



   Az kişinin bildiği, tanıdığı, kendini çok iyi saklayabilen bir müzik insanı
  Tedavi edici,insanın ruhunu okşayan kadife bir ses
  İzmir'de doğmuş.
  Hep müzik olmuş hayatında.
  Ortaokul ve lisede okulun orkestralarında solistlik yapmış.
  Konservatuara girmiş.
  Kanun çalmayı öğrenmiş.
  İstanbul'da çeşitli mekanlarda grubuyla küçük küçük konserler vermiş.
  İstanbul'u bir süreliğine bırakmış.
  10 yıl Bodrum'da yaşamış.
  Şarkılar söylemiş, kanun çalmış denize karşı
  Bülent Ortaçgil'e vokal yapmış.
  Düetleri de olmuş.
  Sağlam bir dinleyici kitlesine ulaşmış.
  Derken 20 yıl biriktirdikleriyle "hücum kayıt" diyerek bir albüm çıkarmış.
  2009'da Kalan müzikten
  Adını Cihan koymuş.
  Program program gezmemiş.
  Klip bile çekmemiş.
  Abartıdan uzak, ustaca hazırlanmış, gerçek müzikle dolu bir albüm
  Albüm kapağı çok güzel tasarlanmış.
  Masal gibi...
  Albümdeki parçalar alfabetik sıralanmış.
  İçinde bir fotoğraf bile yok.
  Ama bakın neler, kimler var içinde
  Bülent Ortaçgil,Erkan Oğur,İlhan Şeşen,Zafer Cımbıl
 

  aşk bu değil
  balıkesir
  bilsen
  çal kapımı
  çığlık çığlığa
  değirmenler
  di gel yanıma
  istanbul
  seher vakti
  sus pus


Mümtaz Solmaz
Tunç Öndemir
Emre Tankal
Ahmet Özbilen
veee Birsen Tezer var:))

Güzel bir albüm olduğu ortada
Yenisi de yolda geliyormuş:))
 
   
 
 



6 Haziran 2012 Çarşamba

Kitap ayraçları..

 

  Kitap okumayı sevenlerin kullanmayı, koleksiyonunu yaptıkları çok özel nesneler değil midir kitap ayraçları? İçlerinde çok özel olanları, çok emek verilenleri de  olabiliyor tabi.Ama ne yazık ki kitapçılarda kasaların yanında yöresinde küçük bir alanda satışa sunuluyor.Büyük kitapçılarda daha geniş bir alan ayrılabilir aslında bu sevimli ayraçlara ya da kitap ayraçları satan küçük dükkanlar olsa ne kadar güzel olur.

   Çok orjinal,çok ilgi çekici, çok sevimli kitap ayraçları her geçen gün artıyor.Kendinden ayracı olan kalın ciltli kitaplar az da olsa var. Kitap ayraçları böyle yaygın değilken neler neler kullanılmıştır kim bilir.Sinema bileti, alışveriş fişi, kurutulmuş yaprak,çiçek, sakız ambalajı, takvim yaprağı, kalem, peçete, etiket, telefon kartı, kartvizit, iskambil kağıdı... Tabi bu tip şeyleri kullanmayıp sayfanın köşesini kıvıranlar da vardı.Hiç sevemediğim bir olaydır kitaba zarar verdiğini düşündüğüm.Sanki kitabın canı yanarmış gibi gelir.Bir de kapağının kırılmasına dayanamam.

   Aslında kitap ayracının tarihi çok eskilere dayanır.Taaa 1500'lü yıllarda kullanılmış.1800'lü yıllarda tanıtım amaçlı kullanılmış.Daha sonra makina dokuması ayraçlar geliştirilmiş.Çikolata,sabun,yiyecek reklamı için kullanıldığı dönem bile olmuş.

   Kitap ayracı seçerken de dikkat edilmesi gereken bazı noktalar var.Kumaş, keçe, kalın kartondan yapılanlar çok esnek olmadığı için kitabın arasından çıkıp gidebiliyor.Püsküllü olanlarda bir yerlere takılma gibi bir problem oluyor.İncik boncuklu olanlar da sevmediklerim arasında.

  Yaratıcılığını konuşturanlar kendi ayraçlarını da yapmıyor değil.Ben de bir dönem kurumuş yaprak ve çiçekleri PVC ile kaplatıp kullanırdım. İlk yaptığım kitap ayracımı bile hatılıyorum.Küçük bir kartona dergilerden kestiğim parçaları yapıştırmıştım.Kim bilir nerelerde şimdi..

 
    Bu düğmeli olanlar da pek şeker:)) farklı düğmeler de kullanılabilir.



  Son zamanlarda mıknatıslı olanlar  fazla gözüme çarpar oldu:)




   İşte herkesin rahatlıkla yapabileği güzel  bir ayraç daha.Karton ayraçlar yıpranmasın diye böyle pvc ile kaplanınca çok daha güzel oluyor:)


fotoğraf:etsy


2 Haziran 2012 Cumartesi

Sammy'nin Maceraları/Sammy's Adventures




   Yine bir animasyon.Ama bu animasyon pek duyulmamış, çok ülkede izlenememiş bir animasyon.2010 Belçika yapımı 88 dakikalık bir eğlence.Sırf eğlence de değil.Aşk, dostluk, dram, komedi, macera ve çevreci mesajlar da var.

  Aslında tam bir çocuk animasyonu.Büyükler biraz sıkıcı bulabilir.Diğer animasyonlarla kıyaslayıp beğenmeyenler de çıkmıyor değil.Ben sevenlerdenim.Seslendirmesi güzel olmuş.Yer yer de sualtı belgeseli tadında.

   Sammy California kumsalında doğmuş bir kaplumbağa.Doğduğunda da güzel Shelly ile karşılaşır.Ama bir anda onu kaybeder.Arkadaşı Ray ile birlikte onu bulmaya çalışırken balıklarla savaşır, gizli geçitlerden geçer, insanların çevreye nasıl zarar verdiğine şahit olur.
  Güzel bir macera.Ben eğlendim çocuklar gibi:))





1 Haziran 2012 Cuma

Rengarenk Macaronlar..


  
      Yakın bir zaman kadar macaronlara karşı önyargılıydım.Yapay aromalar,gıda boyalarından dolayı  galiba.Aslında her yerde karşımıza çıkan ikili.Sonra bir tadına bakayım dedim.İlk denemem kötüydü.Sevemedim."Aman bu muymuş?"dedim.Sanırım yapan yerle alakalıydı bu sevememe.
Çünkü çok boş bir tatlı gibi geldi.Hemen eriyip kayboldu.

      Sonra başka bir yerden alınan macaronları yediğim zaman fikirlerim değişti.Tadı, içinin doluluğu, arasındaki kremanın kıvamı,aromaları nefisti.Zaten her pastenede aromaları çok çeşitli oluyor.Tabi içlerinden mutlaka herkesin damak tadına uygun olanları çıkıyor.Hepsini teker teker  deneyip bulmak gerek.Ben buldum bile.Hindistan cevizli, ahududulu, bitter çikolatalı, çilekli favorilerim arasında.


 
    Aslında anavatanı Fransa olmasına ve  ülkemizde de çok popüler olmaya başladı son yıllarda.Fiyatı konusuna gelince çok yakınanlar var".O kadar etmez" diyenler var.Evet haksız da sayılmazlar.Küçücük, bir lokmalık şeyler.Alınca da bir tanede alınmıyor.Bir kutuyu doldurunca fiyat da artıyor.Hemen de bitiyor:)).Bir de  peşpeşe yiyince bayıcı olabiliyor.Ara vererek yemek gerek

   Evde yapması da zor bir tatlı.Toz şeker, pudra şekeri, toz badem, yumurta akı ve çeşitli aromalar var içinde.Malzeme az görünse de uyulması gereken çok kural var.




      Mesela her malzeme oda sıcaklığında olmalıymış.Malzemeler hep aynı yönde karıştırılmalıymış.Mutfakta hava akımı olmayacak,mutfak sıcaklığı değişmeyecekmiş.Şeker derecesi kullanılacakmış.Yoksa çatlamalar oluyormuş.Çok karıştırınca da sert oluyormuş.Yağlı kağıda dizdikten sonra tepsiyi tezgaha vurmak gerekiyormuş.Hava kabarcığı kalmasın diye.Pişme süresi kısa ama  belirli aralıklarla sıcaklık iki kere düşürülüyormuş.

    Benim gözüm korktu valla.Sanırım fiyatının yüksek olması da yapılmasının zahmetli olmasından. Ama bir kere deneyeceğim.